ÇevreGündemSağlıkToplum

Türkiye’nin Sokak Hayvanı Krizi: Politika, Siyaset ve Toplumsal Algının Sistematik Bir Analizi

Bu rapor, Türkiye’deki sokak hayvanı sorununun tek bir yasanın başarısızlığından ziyade, politika uygulamasındaki eksiklikler, siyasi fırsatçılık ve toplumsal sürtüşmelerden kaynaklanan çok yönlü bir kriz olduğunu ortaya koymaktadır. Krizin temelinde, yasal zorunluluk ile belediyelerin eylemleri arasında yirmi yıldır süregelen bir uçurum, güvenilir veri eksikliği, halkın iyi niyetinin istismar edilmesi ve son dönemde iş birliğine dayalı çözümler yerine çatışmayı önceliklendiren keskin bir siyasi kutuplaşma yatmaktadır. Bu analiz, sorunun anatomisini, toplumsal ve siyasi yansımalarını, uluslararası örnekleri ve Türkiye’deki başarılı yerel uygulamaları inceleyerek, sürdürülebilir bir çözüm için kapsamlı bir yol haritası sunmaktadır.


Türkiye’nin Sokak Hayvanı Krizinin Anatomisi

Bu bölümde, krizin ani bir gelişme olmadığı, aksine uzun vadeli ve sistemik başarısızlıkların bir sonucu olduğu gösterilerek, sorunu oluşturan temel bileşenler analiz edilecektir.

1.1 Bir Sayı Sorunu: Veri İkilemi ve Siyasi Etkileri

Türkiye’deki sokak hayvanı krizinin temelinde, sorunun boyutunu net bir şekilde ortaya koyan, üzerinde uzlaşılmış tek bir verinin bulunmaması yatmaktadır. Etkili bir politika, sorunun ölçeğinin doğru anlaşılmasını gerektirirken, bu veri boşluğu, tartışmaların bilimsel bir zeminden ziyade, siyasi bir anlatı üzerinden yürümesine neden olmaktadır.

Farklı kaynaklar tarafından sunulan rakamlar arasında derin bir uçurum bulunmaktadır. Hükümet yetkilileri ve siyasetçiler, genellikle 4 milyon ila 10 milyon arasında değişen yüksek rakamlar telaffuz ederek, kontrol edilemez ve ezici bir kriz algısı yaratmaktadır. Bakanlıkların ortak çalışmaları ise sokak köpeği sayısını yaklaşık 2.8 milyon olarak ortaya koymuştur. Buna karşılık, SAHNE Projesi gibi bağımsız araştırmalar sokakta yaşayan köpek sayısını 1.66 milyon olarak tahmin ederken, Evcil Hayvan Maması Üreticileri Federasyonu (FEDIAF) raporu Türkiye’deki toplam köpek popülasyonunun 1.3 milyon olduğunu ve bu rakamla Türkiye’nin 14 Avrupa ülkesi arasında son sırada yer aldığını belirtmektedir. İstanbul gibi tek bir şehirde dahi 2018 verilerine göre tahmini 128,900 köpek ve 162,970 kedi bulunduğu göz önüne alındığında, ülke genelinde kesin bir sayıya ulaşmanın zorluğu aşikardır.  

Güvenilir veri eksikliği, yalnızca bir idari başarısızlık değil, aynı zamanda siyasi bir stratejiye dönüşmüştür. “Uyutma” gibi radikal önlemleri savunan siyasi aktörler, sistematik olarak en yüksek nüfus tahminlerini kullanmaktadır. Bu yaklaşım, sorunu bir “halk sağlığı ve güvenlik salgını” olarak çerçeveleyerek, aşırı çözümleri korkmuş bir kamuoyu nezdinde daha rasyonel ve gerekli göstermektedir. Bu durum, “insani yöntemlerin başarısız olduğu” anlatısını güçlendirmektedir. Diğer yandan, hayvan hakları savunucuları ve bazı araştırmacılar, daha düşük ve kanıta dayalı rakamları kullanarak, sorunun büyük olmasına rağmen, Dünya Sağlık Örgütü’nün de tavsiye ettiği gibi, iyi finanse edilmiş ulusal bir kısırlaştırma kampanyasıyla yönetilebilir olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla, sayılar üzerindeki tartışma, çözümler üzerindeki bir vekalet savaşına dönüşmüştür. Seçilen istatistik, genellikle konuşmacının tercih ettiği politika sonucunu yansıtmakta ve bir veri toplama sorununu siyasi bir mesajlaşma stratejisine dönüştürmektedir.  

Bu siyasi tartışmalarda sıklıkla göz ardı edilen bilimsel bir gerçek ise “vakum etkisi”dir. Türk Veteriner Hekimleri Birliği’nin de uyardığı gibi, bir bölgedeki hayvanların barınaklara veya ölüm yoluyla toplu olarak uzaklaştırılması, o bölgeye komşu yerlerden yeni, aşılanmamış ve kısırlaştırılmamış hayvanların akın etmesine neden olur. Bu durum, popülasyonu ve sağlık risklerini uzun vadede daha da artırabilir.  

1.2 Yasal Çerçeve ve Uygulama Uçurumu: 5199 Sayılı Yasanın 20 Yıllık Başarısızlığı

Türkiye’nin sokak hayvanlarına yönelik yaklaşımı, tarihsel olarak Osmanlı dönemindeki “Hayırsızada Sürgünü” ve 2004 öncesi itlaf politikaları gibi trajik olaylardan, daha modern ve insani bir modele evrilmiştir. Bu evrimin merkezinde, 2004 yılında yürürlüğe giren 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu yer almaktadır. Kanunun temel amacı, itlaf uygulamalarına son vererek, uluslararası alanda kabul görmüş “Yakala-Kısırlaştır-Aşıla-Yerine Bırak” (Türkiye’deki adıyla “Kısırlaştır-Aşıla-Yerinde Yaşat”) modeline dayalı, sürdürülebilir ve insani bir yönetim sistemi kurmaktı. Kanun, hayvanların refahını sağlamayı ve onlara yönelik her türlü kötü muameleyi önlemeyi açıkça hedeflemektedir.  

Yasa, sahipsiz hayvanların toplanması, kısırlaştırılması, aşılanması ve geçici bakımevlerinde veya rehabilitasyon merkezlerinde bakılması görevini net bir şekilde yerel yönetimlere, yani belediyelere vermiştir. Ancak yasanın yürürlüğe girmesinden bu yana geçen 20 yılda, yasal zorunluluk ile uygulama arasında devasa bir uçurum oluşmuştur. Raporlar, Türkiye’deki 1,389 belediyeden 1,200’e yakınının hala yeterli bakımevine sahip olmadığını ve kısırlaştırma görevini yerine getirmediğini göstermektedir. Marmara Belediyeler Birliği’nin bir araştırmasına göre, yanıt veren 107 belediyenin neredeyse yarısının (50 belediye) hiçbir bakımevi bulunmamaktadır. Büyükşehir belediyeleri personel ve veteriner hekim gibi kaynaklara daha fazla sahipken, küçük belde belediyeleri bu alanda son derece yetersiz kalmaktadır.  

Bu durum, yasanın doğası gereği kusurlu olmasından değil, yerel düzeyde kronik bir yönetişim ve hesap verebilirlik eksikliğinden kaynaklanmaktadır. 2021 yılında yapılan bir yasa değişikliği ile belediyelerin bütçelerinden hayvan bakımı için belirli bir pay (büyükşehirlerde binde üç, diğerlerinde binde beş) ayırmaları zorunlu kılınmış, ancak bu kural da büyük ölçüde göz ardı edilmiştir. İktidar partisinin 2024’te yasalara uymayan belediye yetkilileri için hapis cezası önermesi, bu yirmi yıllık denetim ve uygulama başarısızlığının zımni bir itirafı niteliğindedir. Sonuç olarak, “mevcut yasa başarısız oldu” şeklindeki siyasi söylem yanıltıcıdır. Başarısız olan yasanın kendisi değil, onu uygulamakla yükümlü olan siyasi ve idari organlardır. Mevcut kriz, bu yönetişim eksikliğinin doğrudan ve öngörülebilir bir sonucudur.  

1.3 İnsan Faktörü: Sahte Dernekler ve Sorumsuz Sahiplik

Kriz, sadece idari ihmallerle değil, aynı zamanda insan faktörünün iki yıkıcı boyutuyla da derinleşmektedir: vicdan sömürüsü ve sorumsuzluk.

Toplumda artan hayvan sevgisi ve yardım etme isteği, bazı art niyetli kişiler için bir istismar alanı yaratmıştır. Kamuoyunun şefkat duygularını hedef alan sahte dernekler, özellikle HAYTAP gibi tanınmış ve güvenilir sivil toplum kuruluşlarının isimlerini ve logolarını kullanarak dolandırıcılık yapmaktadır. Bu gruplar, alışveriş merkezlerinde veya sokaklarda stantlar kurarak düşük kaliteli mamaları fahiş fiyatlara satmakta veya toplanan bağışları zimmetlerine geçirmektedir. Ankara merkezli bir operasyonda, bu yöntemle faaliyet gösteren beş sahte derneğin 25 milyon TL’nin üzerinde bir meblağı zimmetlerine geçirerek lüks araçlar ve gayrimenkuller satın aldığı ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde, “Paw Guards” isimli platformun yöneticisi Erkin Erdoğdu’nun dolandırıcılık ve diğer suçlardan mahkum olması, bu sorunun ne kadar organize olabildiğini göstermektedir.  

Bu dolandırıcılık vakaları, sadece finansal bir kayba neden olmakla kalmaz, aynı zamanda kamu güvenini de aşındırır. Dolandırılan vatandaşlar, sadece paralarını değil, yardım kuruluşlarına olan inançlarını da kaybeder. Bu durum, HAYTAP gibi meşru kurumların kaynaklarını hayvanlara yardım etmek yerine bu tür sahtekarlıklarla mücadeleye ayırmasına neden olur. Kamu bağışlarının ve gönüllülüğün azalması, özellikle devletin yetersiz kaldığı yerlerde belediyeleri denetleyen ve hayvan refahını destekleyen sivil toplum ağını zayıflatır. Bu, bir kısır döngü yaratır: belediye ihmali nedeniyle sorun kötüleştikçe, halkın yardım etme arzusu artar; bu da daha fazla dolandırıcılık fırsatı yaratır ve bu dolandırıcılık, sorunu çözmek için gereken sivil altyapıya zarar verir.  

Krizi sürekli olarak besleyen bir diğer önemli faktör ise sorumsuz hayvan sahipliğidir. Hayvanlarını sokağa terk eden sahipler, yasa dışı yollarla tehlikeli ırkları üretip daha sonra cezalardan kaçmak için sokağa bırakanlar ve evcil hayvanlarının kontrolsüz üremesine göz yumanlar, sokaktaki popülasyonun artmasına doğrudan katkıda bulunmaktadır. Yasa, evcil hayvanlarını çiftleştirenlerin yavruları kayıt altına aldırmasını zorunlu kılsa da bu kuralın denetimi neredeyse hiç yapılmamaktadır.  


Toplumsal Fay Hatları: Kamuoyu Algısı ve Siyasi Kutuplaşma

Uygulama başarısızlığı, zamanla derin bir toplumsal ve siyasi soruna dönüşmüştür. Bu bölümde, konunun kamuoyunda ve siyaset arenasındaki yansımaları analiz edilecektir.

2.1 Bölünmüş Bir Kamuoyu: Korku ve Merhamet İkilemi

Sokak hayvanları meselesi, toplumda bir yanda meşru güvenlik endişelerini, diğer yanda ise derin bir merhamet duygusunu harekete geçirerek bir fay hattı yaratmıştır. Özellikle çocuklar ve yaşlılar başta olmak üzere, vatandaşlara yönelik köpek saldırıları ve bu saldırıların yol açtığı yaralanma ve ölümler, kamuoyunda ciddi bir endişe ve korku dalgasına neden olmuştur. Bu korku, sadece fiziksel güvenlikle sınırlı değildir. Kuduz gibi zoonotik hastalıkların riski de önemli bir endişe kaynağıdır. 2023 yılında kuduz riskli temas sayısının 438 bine ulaşması, bu endişenin somut bir göstergesidir, ancak bu artışın bir kısmının artan bildirim oranından kaynaklandığı da belirtilmelidir. Ayrıca, son beş yılda hayvanların karıştığı trafik kazalarında 55 kişinin hayatını kaybetmesi ve 5,000’den fazla kişinin yaralanması, sorunun ciddiyetini ortaya koyan bir başka veridir.  

Bu endişeler, kamuoyu araştırmalarına da yansımakta, ancak farklı anketler toplumun karmaşık ve çelişkili tutumunu gözler önüne sermektedir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından 2023’te yapılan bir araştırma, halkın güvenliğe öncelik verdiğini göstermektedir. Bu araştırmaya göre katılımcıların %83.6’sı konuyu bir “sorun” olarak görmekte ve %80.4’ü “barınaklara yerleştirilmeli, sahiplenilmeyen ve hasta olanlar uyutulmalı” çözümünü desteklemektedir. Katılımcıların yarısından fazlası (%50.1) kendisinin veya bir yakınının saldırıya uğradığını belirtmiştir.  

Buna karşılık, KONDA tarafından Temmuz 2024’te yapılan daha güncel bir araştırma, halkın öldürmeye karşı güçlü bir duruş sergilediğini ortaya koymaktadır. Bu ankete göre, toplumun %63’ü devletin “uyutma gibi sert yöntemler kullanmadan” bir çözüm bulması gerektiğine inanmaktadır. Hayvanların “gerekli hallerde” uyutulmasını destekleyenlerin oranı ise sadece %15’tir.  

Bu iki anket arasındaki bariz çelişki, istatistiksel bir gürültüden ziyade, kamuoyuna sunulan iki farklı gerçekliği yansıtmaktadır. Sorunun nasıl çerçevelendiği, kamuoyunun tepkisini derinden etkilemektedir. İletişim Başkanlığı’nın araştırması, muhtemelen sorunu ve tehlikeyi vurgulayarak, “uyutmayı” net ve kararlı bir çözüm olarak sunmuş ve halkın korku ve bıkkınlık duygularına hitap etmiştir. KONDA’nın araştırması ise daha fazla seçenek sunarak ve “sert yöntemler” gibi ifadeler kullanarak, halkın altta yatan merhamet duygusunu ve hayvanları öldürmeye yönelik ahlaki çekincelerini ortaya çıkarmıştır. Bu durum, kamuoyu görüşünün yekpare olmadığını ve son derece şekillendirilebilir olduğunu göstermektedir. Siyasi mücadele, büyük ölçüde bu çerçevenin kontrolü üzerinden yürümektedir. Mesele “çocuğunuzun güvenliği mi, bir köpeğin hayatı mı?” diye sunulduğunda, kamuoyu güvenliğe yönelmektedir. Ancak “devletin yetkinliği mi, toplu katliam mı?” diye sunulduğunda, yetkin ve insani çözümlere doğru bir eğilim göstermektedir.

2.2 Siyaset Arenası: Toplumsal Sorundan Siyasi Silaha

Sokak hayvanları sorunu, siyasi partiler için bir çözüm arayışı zemininden çıkarak, bir kutuplaşma ve siyasi pozisyonlanma aracına dönüşmüştür.

İktidar Koalisyonu (AK Parti & MHP)

İktidar kanadı, konuyu öncelikli olarak bir kamu güvenliği, asayiş ve düzen sorunu olarak çerçevelemektedir. Söylemleri, vatandaşları, özellikle de çocukları “tehlikeli” ve “saldırgan” olarak nitelendirdikleri hayvanlardan koruma üzerine kuruludur. 2024 yılında kendi oylarıyla yasalaştırdıkları çözüm, hayvanların toplu olarak bakımevlerine alınmasını ve belirli bir süre içinde sahiplenilmeyen, tehlikeli kabul edilen veya tedavi edilemez hastalığı olanların “uyutulmasını” öngörmektedir. Bu radikal adımı, mevcut “Kısırlaştır-Aşıla-Yerinde Yaşat” modelinin başarısız olduğu ve popülasyonun artık yönetilemez boyutlara ulaştığı iddiasıyla meşrulaştırmaktadırlar. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, temel amacın sokakları güvenli hale getirmek olduğunu ve yasayı bir “katliam” olarak göstermenin haksızlık olduğunu açıkça ifade etmiştir.  

Bu sert tutum, yalnızca bir politika tercihi değil, aynı zamanda bilinçli bir siyasi manevradır. İktidar, büyük çoğunluğu kendi partileri tarafından yönetilen belediyelerin yirmi yıllık ihmalinin yarattığı krizin sorumluluğunu üstlenmek yerine, anlatıyı yeniden çerçevelemektedir. Sorun artık “yönetimdeki başarısızlık” değil, “tehlikeli hayvanların istilası” haline gelmiştir. “Sert” bir çözüm önererek, kendi ihmallerinin yarattığı kamuoyu korkusuna yanıt veren kararlı bir lider imajı çizmektedirler. Bu, başarısızlığı güce dönüştürme ve muhalefeti bölmek için etkili bir siyasi stratejidir.

Muhalefet (CHP)

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), konuyu bir yönetim başarısızlığı ve hayvan hakları ihlali olarak çerçevelemektedir. Sorunun hayvanlardan değil, iktidarın yetersizliğinden kaynaklandığını savunmaktadırlar. “Uyutma” seçeneğini kategorik olarak reddeden CHP’nin karşı önerisi, ülke çapında kitlesel bir  

kısırlaştırma kampanyası başlatılmasına odaklanmaktadır. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bu kampanyayı finanse etmek için özel bir  

fon kurulmasını önermiş ve kısırlaştırmanın uzun vadede barındırma ve “uyutma”dan daha uygun maliyetli olduğunu savunmuştur. CHP, bu çözümlerin yeni olmadığını, 2020 yılında Meclis’te tüm partilerin katılımıyla hazırlanan araştırma komisyonu raporunda zaten yer aldığını vurgulamaktadır.  

Diğer Partiler (İYİ Parti vb.)

İYİ Parti gibi diğer partiler ise daha dengeli bir pozisyon almaktadır. Sorunun ciddiyetini kabul ederek “tedbir” alınması gerektiğini belirtmekle birlikte, iktidarın konuyu “ya o, ya bu” şeklinde sunan ikilemine karşı çıkmaktadırlar. Partinin “İYİ Pati” platformu, mevcut Hayvanları Koruma Kanunu’nun temel ilkelerini savunmaktadır.  

2.3 Cepheden Sesler: Aktivistlerin ve Veterinerlerin Karşı Anlatısı

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) ve Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) gibi sivil toplum kuruluşları ile Türk Veteriner Hekimleri Birliği, iktidarın sunduğu temel önermeyi reddetmektedir. Bu gruplar, “uyutma” kelimesinin “katliam” için kullanılan bir örtmece olduğunu savunmaktadır.  

Bu karşı anlatının temel argümanları şunlardır:

  • Sorun Yasanın Kendisi Değil, Uygulanmamasıdır: Krizin asıl nedeni 2004 tarihli yasanın kendisi değil, onu uygulamayan ihmalkâr belediyeler ve bu belediyeleri denetlemeyen merkezi hükümettir.  
  • Tek Çözüm Kısırlaştırmadır: Etik, bilimsel ve sürdürülebilir tek çözüm, hayvan üretimi ve satışının sıkı kontrolü ile desteklenen, kitlesel ve sürekli bir kısırlaştırma seferberliğidir.  
  • Veterinerlerin Mesleki Reddi: Veteriner hekimler, sağlıklı hayvanların toplu olarak öldürülmesinde yer almayacaklarını, bunun meslek yeminlerine (önce zarar verme) aykırı olduğunu kamuoyuna ilan etmişlerdir. Onlara göre ötanazi, ölümcül hastalığı olan ve acı çeken hayvanlar için uygulanan tıbbi bir prosedürdür, bir popülasyon kontrol yöntemi değildir.  
  • Yasal Statü Sorunu: HAKİM’in raporları, sorunun kökeninde hayvanların “can” yerine “mal” olarak görülmesinin yattığını, bunun da cezasızlık kültürünü beslediğini belgelemektedir.  

Veteriner hekimlerin bu birleşik duruşu, genellikle göz ardı edilen kritik bir faktördür. Hükümetin yasası, “uyutma” işleminin veteriner hekimler tarafından yapılmasını şart koşmaktadır. Ancak mesleğin yasal temsilcileri bu görevi yerine getirmeyi reddettiğinde, hükümet ciddi bir uygulama kriziyle karşı karşıya kalır. Yasanın en tartışmalı maddesini uygulayacak yasal yetkiye sahip tek profesyonel grup, bu görevi ahlaki ve mesleki gerekçelerle reddettiğinde, yasa uygulanamaz hale gelebilir. Bu durum, tartışmayı salt siyasi bir alandan, mesleki ve etik bir alana taşıyarak, hükümetin planları önünde güçlü bir engel oluşturmaktadır.  


Uluslararası Perspektifler: Küresel Bir Çözüm Arayışı

Bu bölüm, tek bir “Avrupa modeli” efsanesini çürütmek ve gerçekçi bir politika menüsü sunmak amacıyla karşılaştırmalı bir analiz sunacaktır.

3.1 Kapsamlı Strateji: Hollanda’nın Başarı Hikayesi

Hollanda, sık sık “sokak köpeği olmayan ülke” olarak anılmaktadır. Bu başarı, hayvanları öldürerek değil, Türkiye’nin kendi yasasına işlevsel olarak benzeyen “Topla, Kısırlaştır, Aşıla, Yerine Bırak” (CNVR) modeline dayalı, uzun vadeli ve çok yönlü bir strateji ile elde edilmiştir.  

Bu başarının temel direkleri şunlardır:

  • Kitlesel Kısırlaştırma: Dişi köpek popülasyonunun %70’inden fazlasını kısırlaştıran, devlet tarafından finanse edilen devasa bir kampanya yürütülmüştür.  
  • Yasal ve Finansal Caydırıcılık: Sahiplenmeyi teşvik etmek için üreticilerden veya dükkanlardan satın alınan yavrulara yüksek vergiler uygulanmış; hayvanı terk etme veya kötü muamele için ağır cezalar (3 yıla kadar hapis ve 21,750 avroya varan para cezaları) getirilmiştir.  
  • Zorunlu Kayıt: Zorunlu bir ulusal köpek kayıt ve mikroçip sistemi, her köpeğin sahibine kadar izlenebilir olmasını sağlamıştır.  
  • Kamuoyu Farkındalığı ve Hayvan Polisi: Özel bir hayvan polisi birimi (Dierenpolitie) hayvanlara yönelik suçları soruştururken, kamu eğitim kampanyaları sorumlu sahipliği teşvik etmektedir.  

3.2 “Öldürmeme” ve Vergiyle Finanse Edilen Model: Almanya

Almanya, barınakları için güçlü bir “öldürmeme” (no-kill) politikasına sahiptir; sağlıklı hayvanlar yer açmak için uyutulmaz. Hayvan refahı, anayasal güvence altına alınmıştır. Bu sistemin finansmanı büyük ölçüde  

Hundesteuer (köpek vergisi) adı verilen ve tüm köpek sahipleri tarafından ödenen zorunlu bir yıllık vergiye dayanmaktadır. Bu vergi, yıllık yaklaşık 400 milyon avro gelir sağlamakta ve bu gelirin bir kısmı yüksek kaliteli belediye barınaklarını ve hayvan refahı hizmetlerini finanse etmek için kullanılmaktadır. Sokakta bulunan hayvanlar barınaklara götürülür, mikroçipleri aracılığıyla sahipleri bulunur ve sahibi olmayanlar rehabilite edilerek sahiplendirmeye açılır. Sorunlu davranışlar gösteren köpekler ise terapi görür. Ancak bu modelde bile barınakların finansmanı karmaşıktır ve belediyelerin hizmet alım ödemeleri, eyalet hibeleri ile birlikte büyük ölçüde bağışlara ve gönüllü çalışmalarına dayanmaktadır.  

3.3 Anglosakson Modeli: Birleşik Krallık’ın Sivil Toplum-Devlet Ortaklığı

Birleşik Krallık, yerel yönetimler (belediyeler) ile RSPCA (Hayvanlara Zulmü Önleme Kraliyet Derneği) ve Dogs Trust gibi büyük ve güçlü hayvan refahı dernekleri arasındaki bir ortaklığa dayanmaktadır. Yasaya göre, bulunan bir sokak köpeği yerel hayvan denetçisine (dog warden) bildirilir. Köpek, sahibinin onu geri alması için 7 gün boyunca tutulur. Bu sürenin sonunda köpek, yerel yönetimin veya teslim edildiği derneğin mülkiyetine geçer.  

Bu sistemde sivil toplum kuruluşları kritik bir rol oynar:

  • RSPCA: Dünyanın en eski hayvan refahı örgütü olan RSPCA, zulüm vakalarını soruşturur, hayvanları kurtarır, barınaklar işletir ve yasal değişiklikler için lobi faaliyetleri yürütür. Finansmanı büyük ölçüde halkın bağışlarına dayanır. Raporları, her yıl on binlerce hayvanın kurtarıldığını göstermektedir.  
  • Dogs Trust: “Bir Köpek Sadece Noel İçin Değil, Ömür Boyuncadır®” sloganı ve sağlıklı köpekler için “öldürmeme” politikasıyla tanınır. Sahiplendirme merkezleri işletir ve kapsamlı kısırlaştırma ve mikroçip kampanyaları yürütür.  

Ancak Almanya’dan farklı olarak, Birleşik Krallık modeli yasal olarak ötanaziye izin vermektedir. Yasal bekleme süresinden sonra bir köpek geri alınmaz veya sahiplendirilmezse, barınaklar doluysa veya hayvanın sahiplendirilemeyeceğine karar verilirse, yasal olarak uyutulabilir. Bu durum, Birleşik Krallık içinde bile önemli bir tartışma ve eleştiri konusudur.  

3.4 Politikalar Spektrumu: Avrupa’dan Dersler

Avrupa’daki yaklaşımların çeşitliliğini göstermek için diğer bazı ulusal politikalar aşağıda özetlenmiştir:

  • Fransa: Yaygın bir sokak hayvanı sorunu yoktur. Hayvan terk etmenin cezası ağırdır (3 yıla kadar hapis, 45,000 avro para cezası). Barınaklar dolduğunda ötanazi mümkündür.  
  • İtalya: Ötanazi 1991’den beri yasaktır, ancak özellikle güney bölgelerinde önemli bir sokak köpeği sorunu devam etmektedir. Odak noktası kısırlaştırma ve barınaklardır.  
  • İspanya: Yeni yasalar, terk etmeye karşı ağır para cezaları ile birlikte zorunlu kısırlaştırma ve çip takılmasını öngörmektedir.  
  • İsveç: Hayvanların hayatlarının sonuna kadar yaşayabildiği “öldürmeme” barınakları mevcuttur. Ötanazi sadece ciddi hastalık veya saldırganlık durumlarında uygulanır.  

Aşağıdaki tablo, Türkiye ve seçilmiş Avrupa ülkelerindeki politikaları karşılaştırarak, tek bir “Avrupa modeli” olmadığını ve her ülkenin kendi sosyo-ekonomik bağlamına göre farklı çözümler ürettiğini göstermektedir.


İlerleme Noktaları: Türkiye’deki Örnek Belediye Uygulamaları

Yaygın ihmal anlatısına karşı, siyasi irade ve yenilikçilik olduğunda, Türkiye’nin mevcut sistemi içinde bile ilerlemenin mümkün olduğunu gösteren önemli yerel başarı öyküleri mevcuttur.

4.1 İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)

İBB, gönüllüleri bir araya getirmek ve yaralı hayvanları bildirmek için “Semtpati” mobil uygulamasını hayata geçirmiştir. Ayrıca, STK’lar, akademisyenler ve kamu görevlileri dahil tüm paydaşları bir araya getiren büyük bir “Sokak Hayvanları Çalıştayı” düzenleyerek ortak bir eylem planı ve manifesto oluşturma yoluna gitmiştir. Belediye, 7/24 hizmet veren hayvan ambulanslarıyla da acil vakalara müdahale etmektedir.  

4.2 Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB)

ABB, Türkiye’de bir ilke imza atarak, yemek artıkları ve geri dönüştürülebilir gıda maddelerinden mama üreten bir tesis kurmuş ve bu sayede yıllık milyonlarca lira tasarruf sağlamıştır. Yaralı hayvanların bildirilmesi ve sahiplendirmeyi kolaylaştırmak için “E-Pati” online platformunu geliştirmiştir. En dikkat çekici adımlarından biri ise, kısırlaştırma operasyonlarını hızlandırmak ve kapasiteyi artırmak için Özel Hayvan Hastaneleri Derneği (OHHAD) ile bir protokol imzalayarak, masrafları belediyenin karşıladığı bir dış kaynak kullanımı modelini benimsemesidir.  

4.3 İzmir Büyükşehir Belediyesi

İzmir, kitlesel kısırlaştırma kampanyalarıyla öne çıkmaktadır; sadece 2023 yılında 95,000 hayvan kısırlaştırılmıştır. Türkiye’de bir ilk olarak, konuya odaklanmış bir Veteriner İşleri Halk Sağlığı Daire Başkanlığı kurmuştur. Veri toplama ve paydaş iş birliğine dayalı kapsamlı bir 5 yıllık “İzmir Eylem Planı” geliştirmekte ve sahiplenmeyi teşvik etmek amacıyla, sahiplenilen hayvanlara ücretsiz kısırlaştırma hizmeti sunmaktadır.  

4.4 Konya Büyükşehir Belediyesi

Konya, “Türkiye’nin en büyük ve en modern hayvan barınağı ve rehabilitasyon merkezi” olarak tanımlanan bir tesis inşa etmiştir. 2,500 hayvan kapasiteli bu merkezde, tam donanımlı bir hastane, alttan ısıtmalı bakım odaları ve geniş sosyal tesisler bulunmaktadır.  

Bu örnekler, sorunun teknik veya finansal imkansızlıklardan değil, siyasi irade eksikliğinden kaynaklandığını kanıtlamaktadır. Merkezi hükümetin sorunun aşılamaz olduğu yönündeki anlatısının aksine, Ankara’nın maliyet tasarrufu sağlayan mama üretimi, İzmir’in yüksek hacimli kısırlaştırması, İstanbul’un paydaş katılımı ve Konya’nın modern altyapısı, çözümlerin mevcut olduğunu göstermektedir. Özellikle muhalefet partileri tarafından yönetilen bu belediyelerin, hayvan refahını siyasi platformlarının görünür bir parçası haline getirmesi, başarının temelinde siyasi önceliklendirmenin yattığını ortaya koymaktadır. Bu örnekler, “hiçbir şey yapılamaz” argümanına doğrudan bir yanıt niteliğindedir. Ayrıca, en başarılı modellerin izole bir şekilde değil, iş birliğine ve yenilikçiliğe dayalı olduğu görülmektedir. Ankara’nın özel veterinerlerle, İzmir ve İstanbul’un ise STK’lar ve gönüllülerle kurduğu ortaklıklar, ilerlemenin geleneksel belediyecilik anlayışının ötesine geçerek sivil toplumun, özel sektörün ve teknolojinin kaynaklarını harekete geçiren bir ağ modeliyle mümkün olduğunu göstermektedir.


Sürdürülebilir Bir Yol Haritası

5.1 Bulguların Sentezi

Bu rapor, Türkiye’nin sokak hayvanı krizinin, klasik bir sistemik yönetişim başarısızlığı vakası olduğu sonucuna varmaktadır. Sorun, hayvanların kendisinden veya doğası gereği kusurlu bir yasadan değil, yirmi yıldır uygulanmayan yasal zorunluluklardan, siyasi hesap verebilirlik eksikliğinden, kamu güveninin aşınmasından ve konunun son dönemde tehlikeli bir şekilde siyasallaştırılmasından kaynaklanmaktadır. İleriye dönük yol, siyasi olarak elverişli ancak etik ve pratik olarak sorunlu olan toplu öldürme politikasından değil, hem uluslararası hem de yerel başarılardan ders alarak, sorumlu ve insani yönetim ilkelerine yeniden bağlılıktan geçmektedir.

5.2 Türkiye İçin Çok Katmanlı Bir Politika Çerçevesi

Merkezi ve Hesap Verebilir Bir Otorite Kurulması. Belediyelerin 5199 sayılı yasaya uyumunu denetlemek, finanse etmek ve zorlamak için açık yetki ve bütçeye sahip ulusal düzeyde bir koordinasyon organı oluşturulmalı veya mevcut bir kurum (örneğin Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde) bu yetkilerle donatılmalıdır. Bu kurum, kısırlaştırma sayılarını, barınak standartlarını ve bütçe tahsislerini takip etmeli ve uymayanlar için net yaptırımlar uygulamalıdır.

Ulusal ve Acil Bir Kısırlaştırma Seferberliği Başlatılması. Bu, her çözümün temel taşı olmalıdır. Hollanda modelinden ve DSÖ ile Türk veterinerlerinin tavsiyelerinden yola çıkarak, hedef, kısırlaştırılmamış popülasyonun en az %70’ini 2-3 yıl içinde kısırlaştırmak olmalıdır. Bu, Ankara ve İzmir’in öncülük ettiği gibi, mobil klinikler kullanarak ve özel veterinerler ile üniversite fakülteleriyle ortaklık kurarak bir “seferberlik” yaklaşımı gerektirir.

Sürdürülebilir Finansman Mekanizmalarının Uygulanması. Mevcut sistemin, isteksiz belediye bütçelerine dayanması, kanıtlanmış bir başarısızlıktır. Alternatifler uygulanmalıdır:

  • Ulusal Hayvan Refahı Fonu: CHP’nin önerdiği gibi , bu fon merkezi bütçeden desteklenebilir ve bağışlar, cezalardan elde edilen gelirler ve evcil hayvan maması, aksesuarları ve veterinerlik hizmetleri üzerinden alınacak küçük bir vergi ile desteklenebilir.  
  • Doğrudan Merkezi Bütçeleme: Merkezi hükümetten doğrudan belediyelere veya yeni merkezi otoriteye, özellikle kısırlaştırma ve barınak operasyonları için ayrılmış fonlar tahsis edilmelidir.

Sorumlu Sahipliğin Zorunlu Kılınması ve Kaynağın Kontrol Altına Alınması. Terk etme döngüsü kırılmalıdır.

  • Zorunlu Dijital Kimlik: Tüm sahipli kedi ve köpekler için mevcut zorunlu dijital kimliklendirme (mikroçip) sistemi agresif bir şekilde uygulanmalıdır.  
  • Evcil Hayvan Satışının Sıkı Düzenlenmesi: Pet shop’larda ve internet üzerinden kedi-köpek satışı yasaklanmalı, pazar lisanslı, etik üreticilere yönlendirilmeli ve barınaklardan sahiplenme teşvik edilmelidir. Bu, “merdiven altı” üretimi doğrudan hedef alır.
  • Ağır Cezalar: Fransa ve Hollanda’da görüldüğü gibi, hayvan terk etmeye karşı caydırıcı ve önemli para cezaları uygulanmalı ve denetlenmelidir.  

Depolitizasyon ve İş Birliğinin Teşviki. Hükümet, kışkırtıcı söylemlerden uzaklaşmalı ve tüm paydaşlarla yeniden ilişki kurmalıdır. Partiler arası parlamento komisyonları yeniden kurulmalı ve İstanbul’da görülen iş birliği platformları, veterinerleri, STK’ları ve belediye liderlerini çözümleri tartışmak için değil, uygulamak için bir araya getirecek şekilde resmileştirilmelidir. Kamuoyu eğitim kampanyaları, korkuyu körüklemek yerine kısırlaştırmayı ve sorumlu sahipliği teşvik etmeye odaklanmalıdır.

Hisseler:
Yorum Gönder

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir